(Türkçe Özetler)

Siyasal rejim nedir, ne değildir?: Kavram karmaşası kademeli otokratikleşmenin içsel bir mekanizması olabilir mi?

MURAT SOMER

Bu makale siyaset bilimlerinde siyasal rejim kavramı üzerine ne tür muğlaklıklar yaşandığını ve nedenlerini tartışıyor; niteliksel ve tözel bir tanımlamayı savunuyor ve kademeli otokratikleşme süreçlerinde muhalefet aktörleri arasında ortaya çıkan, rejim değişimine ve nasıl başa çıkılması gerektiğine dair ayrılıkların, kademeli otokratikleşmenin içsel bir mekanizması olduğu argümanını ileri sürüyor. Bu ayrılıklar muhalefeti ve demokratik dayanıklılığı zayıflatıyor. Ardından, makale bu düşünceleri Türkiye örneğine uyguluyor; ilk olarak, bahsettiği türden rejim değişimine dair bölünmelerin muhalefeti zorlayan bir faktör olduğunu gözlemliyor ve muhalefet partilerinin bu meseleyle nasıl başa çıkmaya çalıştıklarını tartışıyor. İkinci olarak, rejim değişiminin “ölçme” odaklı değil, açıklama odaklı ve niteliksel-tözel bir tanımına dayanarak Türkiye’de son yıllarda yaşananların bir rejim değişiminden çok Skaaning’nın (2006) kullandığı anlamda “durum” olarak değerlendirilebileceğini savunuyor. Dünyadaki üçüncü otokratikleşme dalgasına paralel olarak, siyasal rejim kavramı, ülkeleri sıralamak ve karşılaştırmak ve küresel rejim eğilimlerini yorumlamak için daha önemli ve daha sık kullanılan bir kavram haline geldi. Ama bu kavramın niteliksel özellikleri konusunda farkındalık yeterli değil. Hesaplama yetilerimizdeki gelişmelerin de pekiştirmesiyle, ölçüm amaçlı üretilmiş operasyonel tanımlar çoğu kez tözel tanımların yerine geçiyor ve siyaset bilimlerinin açıklama gücünü zayıflatıyor. Rejim kavramı üzerine akademik ve siyasal alanlardaki kafa karışıklıkları birbirini güçlendiriyor olabilir.

Anahtar sözcükler: Siyasal rejim, kademeli otokratikleşme, demokratik geri kayma, demokratik erozyon, muhalefet stratejileri, demokratik dayanıklılık, Türkiye’de demokratikleşme, AKP.

 

Türkiye’de otoriterliğin “uzun süre”si üzerine: Çifte vesayet sistemi, siyasal partiler düzeni, popülizm ve klientelistik parti-seçmen bağları

TOYGAR SİNAN BAYKAN

Bu çalışma bugün Türkiye’de otoriterliği anlayabilmek için belirli seçkin faillere ya da belirgin bir biçimde otoriter dönemlere (tek parti dönemi, askerî cunta yönetimleri, AKP egemenliği) odaklanmanın yetersiz olduğunu öne sürmektedir. Türkiye’nin demokrasi sorunları askerî-bürokratik seçkinlerin AKP öncesindeki vesayetçi stratejilerinin bir ürünü olmadığı gibi, AKP dönemindeki demokratik gerileme de yalnızca AKP seçkinlerinin stratejik tercihleri ile açıklanamaz. Bu çalışma üst düzey seçkin gruplarının aralarındaki çatışma ve uzlaşma momentleri kadar, devlet ve partiler içinde kümelenmiş seçkin gruplarının popüler sektörler ile geliştirdikleri rutinleşmiş, yaygın, uzun süreli otoriter siyasal denetim ve tabiyet ilişkilerine de bakmayı önermektedir. Zira çok partili hayata geçtiğinden beri, yalnızca askerî-bürokratik-yargısal seçkinlerin değil, siyasal seçkinlerin de parçası olduğu bir “çifte vesayet” sistemi ve bu sistemin etrafında gelişmiş, popüler sektörleri de kapsayan, devlet, partiler ve toplum arasındaki daha kapsayıcı bir “muvazaa” düzeni Türkiye demokrasisinin modus operandi’si olagelmiştir. Bir taraftan askerî seçkinler ile siyasal seçkinler arasında oluşmuş –zaman zaman darbeler ile kısa kesintilere de uğrayan– vesayet ve uzlaşma ilişkileri; diğer taraftan da popüler sektörlerin siyasal seçkinler tarafından çeşitli klientelistik yöntemler ile denetim altına alınması, Türkiye’de kusurlu bir demokrasi yaratmıştır. Çifte vesayet sistemi, popülizm ve klientelistik muvazaa toplumsal alanda benzer sınıfsal, kültürel ve benzeri özellikler sergileyen geniş kesimlerin yatay siyasal dayanışmasını büyük oranda engellemiş ve popüler mobilizasyonu –olumlu ve olumsuz sonuçlar doğuracak şekilde– soğurmuştur. AKP’nin yükselmesi ile çifte vesayet sisteminin askerî-bürokratik-yargısal ayağı gerilemiş ve bu durum, çok partili hayat boyunca popüler sektör tepkisini soğuran klientelistik muvazaayı tahrip etmiştir. Askerî-bürokratik-yargısal seçkinlerin siyasal rolünün kısıtlandığı koşullarda, AKP’nin hegemonik, merkeziyetçi klientelistik bir makineye dönüşmesi, bürokrasinin göreli özerkliğini neredeyse tamamen ortadan kaldırırken, klientelistik muvazaanın tabi tarafındaki muhalif siyasal grupların devlet kaynaklarına erişimini de kayda değer bir şekilde kısıtlamış ve Türkiye demokrasisi açısından daha önce görülmemiş riskler yaratmıştır.

Anahtar sözcükler: Otoriterlik, popülizm, klientelizm, çifte vesayet sistemi, muvazaa,
parti örgütlenmeleri.

 

AKP’nin siyasal iktisadı ve patrimonyal rejimin yükselişi

ŞEBNEM GÜMÜŞÇÜ

Türkiye, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 20 seneye yakın kesintisiz iktidarı süresince çok önemli bir değişimden geçti. Bu değişim sadece siyasi değil aynı zamanda ülkenin ekonomi-politiğini de derinden etkileyen bir nitelik taşıyor. Bu yazının amacı son on yılda Türkiye’nin otoriterleşmesine koşut olarak ortaya çıkmış ekonomi- politiğinin karakterini irdelemektir. Temel savı, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren tedrici bir şekilde hem siyasi hem de ekonomik rejimin melezleştiği (hibritleştiği), ikisinin de eş anlı olarak ve birbirini besleyecek şekilde patrimonyal bir karakter kazandığıdır.

Anahtar sözcükler: Türkiye, AKP, politik ekonomi, neo-patrimonyalizm, patrimonyal
kapitalizm.

 

Muhbirliğin kurumsallaşması ve korku rejiminin konsolidasyonu

AYŞEN UYSAL

Bir siyasal rejimin özellikleri devlet-toplum ilişkileri incelenerek anlaşılabilir. Bir ülkedeki ihbar mekanizmaları da devlet toplum ilişkilerine ayna tutar. Dolayısıyla, ihbar ve muhbirlik üzerine yapılan muhakemeler aynı zamanda siyasal rejimin işleyişi
üzerine düşünmeyi mümkün kılar. Bir siyasal rejimin yönetme ve kendisine sadık kesimler yaratma stratejilerinin anlaşılmasını sağlar. Muhbirlik, iktidarın sürekliliğini ve toplumun farklı kesimlerine nüfuz etmesini mümkün kılan bir kurumdur. Siyasal aidiyet inşa eder ve safları belirler. Muhbirlik, genellikle kutuplaşma siyaseti izleyen otoriter sistemlerin kurucu öğesidir. Baskının arttığı dönemlerde hem mekânsal olarak yaygınlaşır hem de toplumun tüm katmanlarına yayılır. Bu makale, ihbarın ve muhbirliğin siyasal sistemle olan bu ilişkisini Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne yapılan ihbar başvuruları üzerinden analiz eder.

Anahtar sözcükler: Siyasal rejim, gözetleme, öz toplumsal analiz, düşünümsellik, ihbar,
muhbir, CİMER, Türkiye.

 

AKP dönemi anayasacılığı, yaklaşımlar ve eleştiriler

MURAT SEVİNÇ ve DİNÇER DEMİRKENT

2007’de, Türkiye’nin anayasal-siyasal tarihi bakımından önemli kırılmalar yaşandı. Bu olağanüstü dönemde cumhurbaşkanı seçimi bir anayasal krize dönüştü, cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesini düzenleyen anayasa değişikliği referandumu gerçekleşti ve hükümet tarafından belirlenen bir bilim kuruluna yeni anayasa taslağı hazırlatıldı. Belirli varsayımlar, kavramlar ve anayasal stratejiler üzerine inşa edilen AKP anayasacılığının oluşumu bu dönemde başladı ve bu anayasal kriz ortamı hiç dinmedi. 2008 yılında, türban yasağının kaldırılması için yapılan anayasa değişikliği, AYM’nin değişikliği iptal kararı ve iktidar partisinin kapatılmaktan kıl payı kurtulduğu bir parti kapatma davası yaşandı. Türkiye’nin siyasal yaşamında hâlâ devam eden bölünmeler yaratan anayasa değişikliği referandumu 2010’da gerçekleşti. 2011’de yeni bir anayasa yapmak için parlamentoda Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu, 2016’da dokunulmazlıklar belli bir tarihe kadar olan fezlekeler bakımından bir defaya mahsus olarak kaldırıldı; yine 2016’da bir askerî darbe girişimi yaşandı ve hukuk, mahkeme kararları ve siyasal yaşam üzerindeki etkileri bugüne dek devam etti. 2017’de olağanüstü hal koşullarında hükümet sistemi değişikliği gerçekleşti. Tüm bu anayasal kriz süreçlerinde AKP anayasacılığı hedeflediği siyasal sonuçlar için kavramlar, stratejiler ve düzenlemeler üretti. Bu makalede, AKP anayasacılığını tanımlamayı ve Mülkiye (Ankara Üniversitesi SBF) Anayasa Hukuku Kürsüsü tarafından benimsenip geliştirilmiş olan özgün anayasacılık geleneği perspektifinden eleştirmeyi deneyeceğiz.

Anahtar sözcükler: AKP anayasacılığı, anayasa yorumuma farklı yaklaşımlar, yeni anayasa,
hükümet sistemi, laiklik.

 

Otoriterleşmede yasal ve yargısal süreçlerin fotoğrafı

NURAY ÖZDOĞAN

Türkiye’nin, AKP döneminde otoriterleşme sürecindeki yasal ve yargısal durumuna bakarken, Türkiye yasama ve yargı tarihinde her dönem gözlemlenen ayrımcı pratiklerin ve politikaların da altını çizen bu çalışma, fotoğrafın en net çıktığı dönemi, çözüm süresi sonrası, 2015 ve devamındaki tabloda görmektedir. 12 Eylül’ün ve neoliberalizmin armağanı olan AKP iktidarı, Avrupa Birliği uyum süreci dönemi kısmi özgürlükçü düzenlemelerle başladığı yolculuğuna, faşizmin kurumsallaştırılmasının araçlarını yeniden ürettiği ve geliştirdiği dönemle devam etti. İktidar ve rant savaşlarının en şiddetlendiği dönem, çözüm sürecinin bitirilip savaşın yeniden başladığı dönem oldu. Savaşın kent içlerine taşındığı, ırkçılık ve ayrımcılığın 12 Eylül hafızası ile şekillendirildiği süreç, hiçbir zaman tam olarak sağlanmamış olsa da, hukuki güvenliğin kalan kırıntılarının da ortadan kalkmasına yol açtı. Ayrımcı ve ırkçı pratiğin en keskin sergilendiği Kürt illerindeki deneyimin ülkenin batısına aktarılması uzun sürmedi. İdari, siyasi işlem ve eylemler yasal düzenlemelere ve yargısal işlemlere dönüştü. Toplumsal, bireysel ifade alanları polis şiddeti ile baskılandı. Ceza İnfaz kurumları, muhalifler için eza evlerine dönüştü. Halkların Demokratik Partisi üyeleri, düşman ceza ve infaz hukukunun en sert uygulandığı kesimler oldu. Keza Türk-İslâmcı iktidar karşısında kadınlar ve LBGTİ+ toplulukları da aynı şiddetin mağduru oldular. Herkesin her an “terörist” ilan edilebildiği ülkede toplumsal uzlaşı kanalları büyük oranda tahrip edildi. Basına uygulanan ağır sansür ve kısıtlamalar, bilgi edinme ve verme alanlarına yapılan baskıcı müdahaleler, tepkisizliği ve toplumsal çürümeyi de beraberinde getirdi. Suç karşısında sessizleştirilen kitleler, işlenen suçların ortağı yapılarak etkisizleştirildi. Yargının araçsallığı baki olmakla birlikte, doğrudan siyasetin bir parçası haline gelmeye başladığı gözlemlendi. İktidarı denetim görevini bırakan yargısal merciler, denetleme yetkilerini iktidar ve devletin güç odaklarına terk ettiler. Burjuva demokratik hukuk düzeninin tüm paradigması alaşağı edildi. Temel hak ve özgürlükler ancak iktidarla iltisaklı olunması halinde tanındı. Muhalefetle kurulun bağ ise terör hukukuna tabi tutulmak için yeterli kabul edildi.

Anahtar sözcükler: Otoriterleşme, yargı, yargı pratiği, hukuk düzeni, AKP iktidarı.

 

Liberalizmden otoriteryanizme hukuk düzeninin yapısal niteliklerinin dönüşümü ve Türkiye örneği

ŞEFİK TAYLAN AKMAN ve ZELİHA HACIMURATLAR SEVİNÇ

Kapitalizmin hâkim üretim tarzı haline gelmesinin ardından gerçekleşen burjuva devrimleri ile feodaliteden izler taşıyan hukuk düzenleri kanunlaştırma hareketleriyle hızla dönüşerek yerlerini liberal hukuk düzenlerine bırakmışlardır. Nesnellik, öngörülebilirlik, tarafsızlık, belirlilik ve genellik gibi bazı temel ilkeleri ön plana çıkaran liberal hukuk düzenleri, anayasal parlamenter demokrasilerin meşruiyet kaynağı olmuşlardır. Olağan dönemlerde siyasal sistemin sürdürülmesinde ideolojik işleviyle ön plana çıkan hukuk aygıtı, yurttaşların gönüllü itaatinin sağlanmasında önemli rol oynamıştır. Bununla birlikte özellikle siyasal veya ekonomik kriz dönemlerinde rejimin otoriterleşmesiyle birlikte hukuk, vaat ettiği liberal taahhütlerin aksine bir baskı aygıtına da dönüşmüştür. Örgütlü hukuksuzluğun bir ifadesi olarak hukuki despotizmin çeperine girmiştir. Bu çalışmada liberal hukuk düzenlerinin temel paradigması, kuruluş ve gelişim aşamaları göz önünde bulundurularak ele alınacak, daha sonra bu düzenlerdeki otoriterleşme eğilimleri incelenecektir. Ernst Fraenkel’in “ikili devlet” ve John Keane’in “yeni despotizm” kavramlarından hareketle liberal hukuk düzenlerinin kalıcı olağanüstü hal koşulları altında nasıl otoriteryan hukuk düzenleri haline geldikleri tartışılacaktır. Bu bağlamda geç modernleşmenin örnekleri olarak İtalya ve özellikle Almanya’daki faşizm deneyimleri, Türkiye’deki “Türkiye tipi başkanlık” sistemine geçilmesi süreciyle bir arada analiz edilerek karşılaştırılacaktır. Türkiye’deki yeni otoriteryan hukuk düzeni ekseninde hukukun yapısal ve işlevsel dönüşümü irdelenecektir.

Anahtar sözcükler: Yeni otoriteryanizm, otoriteryan hukuk düzenleri, hukuki despotizm, örgütlü hukuksuzluk, kalıcı olağanüstü hal, ikili devlet, yeni despotizm, Türkiye’nin hukuk düzeni.

 

“Bir felâket olan yangın meğer pek hayırlı bir sabahın aydınlığı imiş”: Tatavla nasıl “kurtuldu”?

AYTEK SONER ALPAN

1929 yılının ilk günlerinde Tatavla’da çıkan yangın İstanbul’un Rum kimliği ve geçmişi ile özdeşleşmiş bu mahallesinde büyük fizikî tahribata yol açar. 1923 Nüfus Mübadelesi’nden kaynaklanan çözülememiş diplomatik sorunlar nedeniyle Türk-Yunan ilişkilerinin oldukça gergin ve Türk milliyetçiliğinin iç siyasal atmosferin temel belirleyenlerinden biri olduğu bir dönemde gerçekleşen bu yangının ardından yaşanan gelişmeler ve Ankara Hükümeti’nden ayrı düşünemeyeceğimiz basında meselenin provokatif şekilde ele alınışı kısa sürede yangının milliyetçi ajanda uyarınca araçsallaşmasıyla neticelenmiştir. Bu bağlamda, başlangıçta talihsiz bir olay olarak değerlendirilen Tatavla Yangını, hızla kentsel mekânın Türkleştirilmesi doğrultusunda bir fırsata dönüşmüştür. Bu şekilde tarihî Rum mahallesi Tatavla, “Kurtuluş” olmuştur. Dönemin Türk ve Yunan basınından geniş ölçüde faydalanan bu çalışma, Tatavla Yangını’nın araçsallaşmasının neden ve sonuçlarını, bu esnada ulusal hafızanın milliyetçi retoriği desteklemek için nasıl yeniden kurgulandığını ve seferber edildiğini ve yakın zamanda “Tatavla”nın hem İstanbul’un giderek küçülen Rum cemaati hem kentin kozmopolit geçmişine özlem besleyen Türkler için, hem de Yunan tarihyazımında bir hafıza mekânı haline gelmesini konu edinmektedir.

Anahtar sözcükler: Tatavla, Kurtuluş, İstanbul Rum cemaati, kent yangınları, Türk milliyetçiliği, 1923 Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi, ulusal hafıza, hafıza mekânları, Türk-Yunan ilişkileri.

 

Cumhuriyet ve Kürt matbuatı (1925-1960): İnkâr, yasak ve sansür

ERCAN ÇAĞLAYAN

Bu çalışma, Kemalist Cumhuriyet’in 1925-1960 yılları arasında Bakanlar Kurulu kararlarıyla Kürtler, Kürtçe ve Kürdistan ile ilgili gazete, dergi, kitap, nizamname, beyanname, harita, kartpostal ve plak gibi yayın türlerinin ve materyallerinin yasaklanmasına dair belgelerin bir dökümünü kapsamaktadır. Çalışmanın ana kaynaklarını Cumhuriyet Arşivi’nde yer alan ve tamamına yakınını Bakanlar Kurulu kararlarının oluşturduğu resmî belgeler oluşturmakla birlikte; çalışma, konu hakkında daha evvel yapılan telif eserlerle de desteklenmiştir. Kemalist Cumhuriyet’in Kürt matbuatına ve basınına dönük politika ve pratiklerine odaklanan elinizdeki makale, nicel veri toplama yöntemiyle arşiv belgelerini içerik analizine tabi tutmaktadır. Çalışmanın temel amacı, Kürtlerin şiddet dışı her türden kültürel ve entelektüel teşebbüs ve taleplerinin tek parti ve Demokrat Parti hükümetleri tarafından çok sert bir muameleye maruz kaldığını resmî belgeler üzerinden ortaya koymaktır. Üç bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde geç Osmanlı döneminde Kürt matbuatının doğuşu, gelişmesi ve karşı karşıya kaldığı sorunlar; ikinci bölümünde Kemalist Cumhuriyet’in propagandif bir basın inşa etmesi ve son bölümde ise tek parti ve Demokrat Parti iktidarının Kürt matbuatına uyguladığı sansür ve yasaklar ele alınacaktır.

Anahtar sözcükler: Kemalist Cumhuriyet, Kürt matbuatı, Kürt basını, Kürtçe, sansür
ve yasaklar.

 

Umudun sosyolojisine doğru: Kıbrıslı Türklerin yaşamlarında umudun yeri

KEMAL YÜCEKAYALAR

Kıbrıs Doğu Akdeniz’de yer alan bir ada olarak bulunduğu coğrafya açısından sorunlu ve jeopolitik anlamda stratejik bir konumda bulunmaktadır. Haliyle gerek konumu gerek içerisinde yer alan çok-kültürlü toplumsal yapısıyla, yıllardır “sorun olarak” anılmasıyla bilinir haldedir. İşte bu neden özellikle Kıbrıslı Türklerin geleceğe dair beklentilerinin çözüme odaklı olmasını ortaya çıkarmaktadır. Kıbrıs’ın genel anlamda müphemlik üzerine kurulu bir siyasal alan üzerine konumlandırıldığı da düşünülürse, Kıbrıslılar açısından bu müphemlik geleceğe dair beklentilerini “çözüme” ve “çözümün umuduna” bağlamalarına neden olmuştur. Bu araştırma yüzeysel de olsa bu müphemliğin yarattığı umut ve gelecek anlayışlarına dair sonucu betimlemeye çalışmaktadır.

Anahtar sözcükler: Kıbrıs, çözüm, belirsizlik, Kıbrıslılık, Kıbrıslı Türkler, paradoks, siyaset,
umut.