Sunuş

Sunuş

Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar’ın devam sayılarında altını kalınca çizdiğimiz ve kendimizce gurur duyduğumuz konuların başında “başka diyarlar” yazıları geliyor. Türkiye’de tarih yayıncılığının hemen hemen bütünüyle Türkiyat çalışmaları ile sınırlı kalması kuşkusuz düşün hayatımızda önemli bir kısırlığa yol açıyor. Zaman zaman karşılaştırmalı çalışmaların önemine vurgu yapılsa da “başka diyarlar”ın tarihini çalışan Türkiyeli uzmanların sayısı hala çok sınırlı. Türkiye çalışmalarının ötesine geçmeye çalışarak gerçek bir tarih dergisi olmayı hedefleyen Tarih ve Toplum bu yolda adımlar atmaya devam ediyor. Dahası 2005 yılında adına “yeni yaklaşımlar”ı ekleyen dergimiz tarih alanında ortaya çıkan yeni metodolojik ve teorik yaklaşımlar ve tartışmalar ile de rabıtasını koparmamak gibi bir derde sahip.

İşte bu iki vurguyu aynı anda barındıran bir yazıyı elinizde tuttuğunuz 22. sayımızın kapağına taşıdık. Ferenc Laczó, András Vadas ve Bálint Varga’nın birlikte kalem aldıkları “Macaristan’ın Küresel Tarihi: Kavram, Uygulama ve Çalışmaya Dair Değerlendirmeler” adlı makaleleri son yıllarda hızla gelişen ve birçok kamusal tartışmaya da vesile olan Küresel Tarih yaklaşımını Macaristan tarihinin yeniden okunması için kullanıyorlar. Üçlü Macarca iki cilt olarak yayımladıkları ve 159 yazarın kaleme aldığı 203 bölümden oluşan derlemelerini değerlendiriyor ve çalışma ile neyi murat ettiklerini anlatıyorlar. Washington D.C.’den Miskolc’a, Bamberg’den Budapeşte’ye, Floransa’dan Pécs’e (Peç’e), Amsterdam’dan Debrecen’e ve Londra’dan Brno’ya geniş bir ulusötesi akademisyen ağının yer aldığı bu iki ciltlik proje sadece tarihçileri değil jeologlar, arkeologlar, dil bilimciler, sanat ve mimarlık tarihçileri, antropologlar, iktisatçılar, siyaset bilimcileri, sosyologlar ve edebiyat, din, uluslararası ilişkiler, basın çalışmaları üzerine çalışan akademisyenleri de içeriyor. Laczó, Vadas ve Varga’nın derledikleri çalışmalar ulusötesi yöntemleri kullanarak Macaristan tarihinin farklı öğelerini içinde bulunduğu bölgesel, Avrupa temelinde ve küresel bağlamda ele almaya çalışıyorlar. Makalenin hem içeriği ve Macaristan’a dair bilgileri dolayısıyla hem de yaptığı teorik tartışmayla Türkiyeli okurun ilgisini çekeceğini umuyoruz.

Bahar 2023 sayımızda Zafer Toprak’ı anmıştık. 2023’de kaybettiğimiz bir başka önemli isim de Cornell Fleischer idi. Hocayı anmanın en iyi yolunun onun da onayından geçen eski bir söyleşiyi tekrar okuyucunun dikkatine sunmaktan geçeceğine kanaat getirdik. Bu nedenle Kaya Şahin ve Kerem Ünüvar’ın kendisiyle gerçekleştirdikleri söyleşiyle bu sayıyı açtık. 15. ve özellikle 16. yüzyılda imparatorluk fikrinin hem Osmanlı hem de etrafındaki dünya tarafından nasıl algılandığını, içeriğinin nasıl doldurulmaya çalışıldığını bağlamına oturtan bu söyleşinin Cornell Bey’den güzel bir anı olmasının yanı sıra tarihçinin araştırma alanına dair bir refleksiyon örneği sunması açısından da etkileyici olduğunu düşünüyoruz.

Sayımızın sonraki yazısı Ali Aydın Karamustafa’nın kaleme aldığı “Köroğlu Destanına Tarihsel Bir Bakış: İran ile Anadolu Arasında Eşkıyalık ve Nostalji” başlığını taşıyor. Makale, İran, Azerbaycan, Kafkasya ve Anadolu coğrafyasında, belirli siyasi çekişmelerin ve mücadelelerin ortasında şekillenen bir anlatının hangi unsurları içerdiği, bu unsurların güç çekişmesine dair ne söylediği, hangi tarihsel bağlamda sündüğünü, dönüştüğünü ve farklı varyantlarının dil, kültür ve edebiyat açısından nasıl ele alınabileceğini tartışıyor.

Banu Turnaoğlu bir süredir çalıştığı radikal cumhuriyetçilik ve sosyalizmin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki erken örnekleri ve düşünsel kökenleri ile bu sayımıza katkıda bulunuyor. Daha çok 20. yüzyıl anayasa tartışmaları ve toplumsal hareketler çerçevesinde ortaya çıktığı düşünülen cumhuriyet ve sosyalizm tartışmalarının izini 19. yüzyılda süren Turnaoğlu 1848 Devrimleri ile başlayan ilginin 1871 Paris Komünü ile birlikte nasıl canlı bir tartışmaya dönüştüğünü örnekleriyle gösteriyor. Yazar diğer radikal fikirlerle birlikte sosyalizmin bir yandan tehlikeli ve olumsuz bir çağrışım ile gündeme geldiğini ve şiddet ile özdeşleştirildiğini anlatırken diğer yandan da Osmanlı radikalleri tarafından ortak iyiye, bireyciliğe karşı kolektivizme ve sosyal adalete dayalı özgürlükçü, demokratik ve cumhuriyetçi bir sistem olarak istibdada karşı bir çözüm olarak savunulduğunu da gösteriyor. Turnaoğlu’nun makalesinin 1923’ün 100. Yılı bağlamında gelişen güncel tartışmalara katkıda bulunacağını düşünüyoruz.

Nikos Christofis ise geçtiğimiz yıllarda 100. yılı idrak edilen Türk-Yunan Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Milli Mücadele ve Küçük Asya Seferi gibi farklı adlarla hatırlanan 1919-1922 sürecinde Yunanistan’da ortaya çıkan “Türk” imgesini ele alıyor. Yunanların en önemli “ötekisi” olan “Türk” imgesinin yeniden üretilmesinde askeri yenilginin, mülteci akınları ve mübadelenin önemine değinen Christofis, her ne kadar Türk imgesi tarih boyunca yekpare, statik ve zaman içinde değişmeyen bir şey olmadığını vurgulasa da bu dönemin belirleyiciliğinin de altını çiziyor.

Son sayımıza katkıda bulunan isimlerden biri de Türkiyat çalışmalarının önde gelen isimlerinden olan Erik J. Zürcher. Zürcher de Nikos Christofis gibi 1918-1922 arası döneme ama bu sefer Anadolu’ya odaklanıyor. I. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan Milli Mücadele’nin temel özelliklerini analiz ediyor. Yazar ulusal direniş hareketini ilk örgütleyenler için imparatorluk mirasının ne kadar önemli olduğunun altını çizerek analizine başlıyor. İmparatorluğun varlığını devam ettirmek bu kadrolar için çok önemliydi. Bu kadrolar imparatorluğun varlığı için mücadele ediyorlardı ancak Müslüman Milliyetçiliği çerçevesinde hareket eden “ulusal bir mücadele”yi teşkil ediyorlardı. Zürcher bu iki unsur yanında Wilson ve Lenin’in o zamanlar gündeme getirdiği “kendi kaderini tayin hakkı” ile anti-emperyalist söylemin 1923’e kadar taşıdığı önemin altını da kalın kalın çiziyor.

Müzeyyen Ezel Ünal’ın Cumhuriyet’in ilk yıllarında Hariciye Vekâleti’nin kuruluş ve kurumsallaşma dönemine odaklanan makalesi ise, yeni bir devletin ortaya çıkış sancılarını göstermesi açısından özgün ve ilginç bir örnek sunuyor. Bir yandan imparatorluğun dağılması ve savaş nedeniyle çözülmüş bir bürokratik kadro ve düzen söz konusudur. Kuruluş sancılarını da yaşayan müstakbel devletin ise kendi ihtiyaçları doğrultusunda ve ulus-devlet düzeninde örgütlenecek bir bürokratik ve diplomatik inşaya ihtiyacı vardır. Modern Türkiye’nin kuruluş yıllarına bambaşka bir açıdan bakmayı öneren Ünal’ın çalışması, Birinci Dünya Savaşı’nın sonundan İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar görevde bulunmuş bir diplomat kuşağını teşrih ediyor. Osmanlı’dan devreden diplomasi bürokrasisinin yeni devletin “kadrosu” olabilmek için gösterdiği entegrasyon çabası, yeni devletin ihtiyaç ve bağlılık talepleri, eski ve yeni diplomat kadroları arasındaki uyumsuzluk ve çekişmeler ile bu gerginliklerin zaman içinde geçirdiği dönüşüm Ünal’ın makalesinin çerçevesini çiziyor.

Sayımızın bir sonraki yazısında Göker Giresunlu ile Can Nacar 1950’li yıllar boyunca Zonguldak ve Karabük şehirleri ve bu şehirlerin ileri gelen çıkar gruplarının arasındaki mücadelenin, rekabet ve çatışmaların nasıl futbol üzerinden yürüdüğünü ele alıyorlar. Bu anlamda iktisadi ve siyasal bağlam ile spor tarihinin çok yaratıcı bir biçimde konuşturulduğu bir çalışma ile karşı karşıyayız. Yazarlar Demokrat Parti’nin iktidar olduğu yıllarda Karabük’ün yerel siyasetinde etkili olan ve kentin iktisadi büyümesinin öncüsü sermayedarların merkezin dağıttığı kaynaklardan daha fazla pay almak için Zonguldak’tan ayrılarak il olma isteklerinin ve lobicilik faaliyetlerinin futbola yansımalarını doyurucu bir şekilde irdeliyorlar. Böylece Kömürspor ile Demir Çelik Gençlik arasında süren rekabet ile bir kez daha futbolun sadece futboldan ibaret olmadığı anlıyoruz.

Türkiye’de II. Meşrutiyet ve Mütareke dönemi emek hareketi, Rum ağırlıklı Türkiye Sosyalist Merkezi ve sol siyaset uzmanlarının başında gelen Stefo Benlisoy dergimiz için derlediği belgelerle bu sayımızda yer alıyor. Tarih ve Toplum’un her sayı altını çizmekten usanmadığı gibi kendisini Türkiye’de yaygın bir geleneği olan “nizamname tarihçiliği” yani herhangi bir belgeyi bağlamı, içeriği ve anlamına dair eleştirel bir okumadan bağımsız olarak yayımlama geleneğinden ayırmaya çalışıyor. Stefo Benlisoy bu hassasiyetle Osmanlı İmparatorluğu’nda anarko-sendikalist eğilimin başta gelen temsilcilerinden Zaharias Vezestenis’e ilişkin belgeleri bir araya getiriyor. Türkiye Sosyalist Merkezi’nin kasadarı ve Matbaa İşçileri Sendikası’nın önde gelen liderlerinden Vezestenis hem radikal ideolojiler hem de işçi hareketi için çok önemli bir şahsiyetti. Benlisoy dergimizde 26 sayfa yer tutan belgelere 20 sayfalık girişiyle aslında bu konuya dair özgün bir makale de kaleme almış sayılabilir.

Dergimizin en son yazısı daha önce de dergimize katkıda bulunan Aytek Soner Alpan’ın kitabiyat yazısı. Alpan Christine M. Philliou’nun 2011 yılında yayımlanan Biography of an Empire: Governing Ottomans in an Age of Empire adlı kitabını tanıtmaktan ziyade analiz ediyor. Yazar Osmanlı İmparatorluğu’nda Fenerliler ve özellikle Stefanos Vogoridis’in hayat hikayesi üzerinden bir dönemi ele alan Philliou’nun aslında nasıl bir “imparatorluk sosyolojisi” yap tığını ayrıntılı bir şekilde gösteriyor. Bu nedenle Tarih ve Toplum’un kitabiyat yazılarının bir tanıtım yazısı olmaktan ziyade bir tartışma yürüten eleştirel okuma olması gerektiği anlayışına da güzel bir örnek teşkil ediyor.

Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar’ın 22. sayısına katkıda bulunan yazarlarımıza ve anonim hakemlerimize teşekkür eder, tarih dostlarına güzel bir sonbahar ve kış mevsimi dileriz. 2024 Bahar’ında görüşmek üzere...